30.09.2011

Yetenek Avcısı - Part 2


Nerde kalmıştık!

Bir önceki yazımda sprey boyasıyla resim çizmekten bahsetmiştim. Yine boyayla devam edelim ama bu sefer birazcık suya bulaşıcaz.

Eminim ki bir çoğunuz bu videoları daha önce görmüştür. Ama ben ilk kez izledim ve kendi adıma yeni keşfettim:D Ha unutmadan birşey daha söyleyeyim, sanki çok lazımmış gibi tırnakları çok çabuk uzayan biriyim. Buna rağmen beni rahatsız etmeyecek ve haraketlerimi engellemeyecek şekilde sadece birazcık uzatmayı severim o kadar. Ekleyeceğim videolar bu konuyla ilgili ama demin haberlere göz atarken yine şu aklından şüphe ettiğim kadını gördüm, hani sırf bir kitabın içine adını yazdırabilmek için yıllar hatta yıllarca tırnaklarını kesmeyen ve bu uğurda bir ömrü boşyere (gerçi bilemeyiz bunu kendi mutluysa sorun yok!) heba eden ablamızdan bahsediyorum.

Tırnakları toplam 6 metre uzunluğundaymış O_o (Allah'ım sen akıl fikir ver...)
İyice konuyu dağıttık dimi hemen topluyorum... Efenim bu yazımız da ebru sanatının kadınlar tarafından nasıl farklı bir amaç için kullanıldığını görücez;) Farklı, yapması bana göre eziyetli ama yapınca da tırnakta hoş duran bir çalışma. Aslında bu konuyla ilgili çok fazla video var ama hepside o kadar uzun ki hem kendimi hemde sizi daha fazla delirtmemek için sadece bir kaç tane ekledim. Fazla uzatmayayım geri kalanını videolardan izleyip görelim;))

 Bunu diğerlerini ararken buldum bi izleyin bakalım beğenecek misiniz?


***

Bunlar sabrı sınayan videolar o yüzden sadece başlarını ve sonlarını izleyin.
En azından ben öyle yaptım:)

 

 

***
Bunlarla uğraşır mıyım acaba diye bir an düşündüm ama cık, işim olmaz bunlarla zati sıkılırım hemen...
Ama eğer şu aşağıdaki işlemi biri hayrına tırnaklarıma uygulasa hayır demem doğrusu. İçlerinden tek beğendiğim bu gazete-oje kardeşliği oldu;))

 

Ojelerle ve tırnaklarıyla uğraşmayı sevenlere yaratıcı, farklı seçenekler. İlgilisine duyurulur... Benden şimdilik bu kadar;)

Başka bir yazıda yeni yetenekler keşfetmeye
kaldığımız yerden devam edicez. 
Sağlıcakla kalın^^

The Love Revenger: Miss Jo - Aşk İntikamcısı Bayan Jo

Sevgi bitse bile fazla kızgın olmamak gerekir 
öyle değil mi?


Biri çerçeveyi şekillendirdi diğeri resmi çekti, ikisi bir araya gelince de Aşk İntikamcısı Bayan Jo'nun mutluluk tablosu tamamlanmış oldu;) Bütün aksiliklere rağmen an itibariyle izleyip bitirdiğim sevimli bir filmden bahsedicem şimdi sizlere; The Love Revenger: Miss Jo...

İsmi çok uzun bu filmin ya biz kısaca Miss Jo diyelim anlaştık mı;) Miss Jo 2008 yılında romantik- komedi tarzında çekilmiş bir Güney Kore filmi. Bu filmde kafama takılan o kadar çok şey varki ama öncesinde konusuna biraz değinelim daha sonra filmi irdelemeye başlarız.

Jo Sun Ju yani Miss Jo (Han Hyo Joo) sanatsal fotoğraflar için çerçeve tasarlayan ve bunları kendi elleriyle hazırlayan oldukça yetenekli bir kızdır. Fakat bu yeteneğini aşk hayatında gösteremez her seferinde kalp kırıklarıyla sonuçlanır. O da bundan sonra kalbini kıranlardan kendi yöntemlerini kullanarak intikam almaya başlar. Lee Gi Hyun (Joo Sang Wook) ise bir fotoğraf sanatçısıdır. Uzun yılların emeğini bir araya getirerek fotoğraf sergisi açmaya hazırlanıyordur. Şu kaderin işine bakın ki fotoğrafları için aldığı çerçeveler Jo Sun Ju'nun yaptığı çalışmalardır. Sevdikleri tarafından terk edilmiş bu ikilinin yolları fotoğraf ve çerçeve sayesinde kesişir, ortaya hızlı ilerleyen ama sevimli bir film çıkar.

Şimdi gelelim asıl mevzuya, Miss Jo'yu hala izlemediyseniz eğer sizi uyarmam gereken bir iki ayrıntı var. -Birincisi bu filmi izlemeyen çok kişi olduğuna eminim o yüzden film hakkında ipucu vermemeye çalışıcam. O yüzden ne kadar sıkılsanız da filmin sonunu getirmeye çalışın;)
-İkincisi Miss Jo kore filmleri içinde en düşük bütçeyle çekilmiş filmlerden olduğuna inanıyorum. Adamlar bir iki mekan ve oyuncuyla işi bitirmişler onun için görüntü zenginliğini pek aramayın.
-Üçüncüsü ise konu itibariyle çok güzel  ama işleniş açısından en işte dediğim bir yapım olmuş. Eğer bu filmi bir kaç ay önce izleseydim çok severdim ama benzer örneklerini gördüğüm için pek etkilemedi yine de şaşırmadığım, yüzümün gülmediği yerler yok desem ayıp olur.
-Ve son olarak yine söylüyorum konusu cidden çok güzel, eğer bu konu biraz daha ayrıntılı işlense geçişler biraz daha yavaş olsa ve duygulara birazcık daha yer verilseydi tadından yenmezdi bu film;) Ama olmayınca olmuyor işte zorlamanın alemi yok:D



*Film boyunca kızın saçlarına uyuz oldum arkadaş, elimde olsa bilgisayarın içine girip saçlarını arkadan sıkıca bağlıcaktım:D

*Joo Sang Wook'un tepkileri ve gülüşü pek bi sevimliydi sanki, zati filmde mimiklerini doğru düzgün kullanan tek kişiydi. Sevdim bu adamı ^^

*Tamam filmde bir çok yer üstün körü geçildi ama en çok kafama takılan kızın elindeki yara oldu. Yahu bu kızın eline ne oldu? Madem açıklamıcaksınız niye gözümüze soka soka gösterdiniz O_o

*Bende fotoğraf makinası istiyorummm! Elle ayarlanan dijital olmayan eski bir makina bulursam alıcam, son zamanlarda kafayı çok fena taktım bu işe. Ben kaçtıkça aksine her yerde de karşıma çıkıyorlar. Bu dijital dünya da doğal olan herşeyi seviyorum...;)


Miss Jo kısaca böyle, film hakkında spoiler vermek istemediğim için daha fazlasını anlatamıyorum. Ama  fazla bir beklenti içine girmeden izlerseniz eğer sevebileceğiniz bir film. Eğer zamanınız varsa Miss Jo'yu izleyin canlar, en azından bu deli kızın aşk intikamına şahit olun derim;))

Başka bir yazıda görüşmek üzere,
hepinize iyi geceler...

29.09.2011

Kanojo to no Tadashii Asobikata - Prenses ve Hizmetkarı




Bloğa ne yazsam diye bakınırken bu film gözüme çarptı. Yine çok uzun zaman önce izlediğim romantik-komedi tarzında, 45 dakikalık mini bir japon filmi Kanojo to no Tadashii Asobikata...

Bu film izlediğim ilk japon yapımlarından biridir. Normal de üzerinden o kadar zaman geçince izlediğim çoğu filmi hatırlamam en azından ayrıntılarıyla ama bu filmi unutmam mümkün değil.
Nedeni mi?
-Filmin başrollerini Hiro Mizushima'nın oynaması ki filme başlama nedenimdir,
-Konu itibariyle farklı olması ve bu senaryo ile en iyi drama ödülü alması,
-Filmin lise yıllarında geçmesi...vs vs
Hayır efendim hiçbiri değil asıl neden şu yukardaki resimde oturan uyuz, gıcık, kendini beğenmiş, benim sevgili Hiro'cuma hayatı zehir eden, nemrut, güzel olduğunu hala kabul etmediğim kız yüzünden:D İşte oyunculuk diye ben buna derim, kız öyle bir oynamış ki rolünü yıllar geçsede hala ilk günkü gibi gıcık olabiliyorum bu kıza ahahah. Konuyu dağıttığımın farkındayım ama elimde değil, kızın iki kaşının tam ortasına sıkı bir yumruk atmadan da rahatlamıcam anlaşılan aigooo!

Hiro'cum  yaa^^
Kıza övgüler yağdırmaya devam edicem ama öncesinde filmin konusunu anlatalım. Film ilkokuldan beri arkadaş olan iki kişi etrafında şekilleniyor. Cadı kızımızın bir gün yine canı sıkılır ve oğlana ''Hadi bir oyun oynayalım, ben prenses olayım sende benim hizmetkarım'' der. Saf oğlumuzda eli mahküm kabul eder. Filmde asıl bundan sonra başlar. Bu oyunun belli başlı kuralları vardır, mesela prenses ne derse anında yerine getirilecek (kukla gibi gel derse gelecen git derse gidecen, ulan zorla dayak istiyo bu kız demedi demeyim), bu oyun sadece yalnız kaldıklarında geçerli olacak, okulda yada başkalarının yanında sadece sınıf arkadaşı gibi davranılacak ve en önemlisi bu oyun biri onları keşfedene kadar devam edecek;)

Neyse işte konu itibariyle böyle bu iki kafadarın oyunu liseye kadar devam eder. Kız ne derse çocuk sorgusuz sualsiz yerine getirir. Aklıma gelmişken bu kız tam bir manyak:D Resmen çocuğa işkende çektirmekten zevk alıyor, durmadan emir yağdırmalarını falan geçtim başka biriyle randevuya çıkarken çocuğun kendisini uzaktan izlemesini istiyor (deli! diyorum size;)) Sonracıma kıza dışardan bakınca kusursuz bir melek modunda ama aslında hiçte göründüğü gibi biri değil. Fakat bunu oğlandan başkası bilmiyordur, ya bu oyun sonsuza kadar böyle sürüp gidecek yada başkası tarafından keşfedilecektir. Filmin hangi yönde ilerlediğini izleyip görelim;)

Aslında  bu film için söylenecek pek bişi yok, hani öyle aman aman diyebileceğim bir yapım değildi. Hatta Hiro'cum olmasa belki devam bile etmezdim. Ha devam ettim de noldu? Normal şartlar da olsa seni seviyorum demeyi çok mu gördünüz derdim ama yok anacım çocuk bu kıza seni seviyorum deyipte başına püsküllü bela mı alsın. Akıllı çocuk vesselam:D Yine de kızı bir kenara atarsak konu itibariyle gerçekleşmesi zor olan bir masalı izlemek güzeldi. Eğer bu filme başka bir isim verecek olsaydım ''Sevdiğin kişiyi yanında tutmanın farklı yolları'' derdim:D İlginç ama etkili yollar... Sonuç olarak bu işten en kazançlı, oyunu başlatan cadı kız çıktı gerçi oğlanda halinden pek şikayetçi gibi görünmüyordu ne dersiniz;)  Dediğim gibi çok tatmin etmese de yüzünüz de hafif bir tebessüm bırakıyor. Zamanınız varsa izleyin derim;))



Hepinize iyi seyirler...
ve bana da iyi geceler^^

21.09.2011

JYJ / DBSK - Bir Başkaldırışın Öyküsü



Gün geçmiyor ki Güney Kore'de yeni bir grup piyasaya çıkmasın. Sayıları o kadar fazla ki insanın başı dönüyor ama ne yazık ki bir araya gelmeleri gibi dağılmaları da hızlı oluyor. Bunun son örneği çince ismiyle TVXQ (Tong Vfang Xien Qi) çoğumuzun bildiği korece adıyla DBSK (Dong Bang Shin Gi) grubu ...
 DBSK grup üyeleri:
Kim JaeJoong, 
Kim Junsu, 
Park YooChun,
Jung YunHo, 
Shim Chang Min

DBSK yani Doğunun Yükselen Tanrıları ilk kez 2003 de sahneye çıkmış ve bir çok başarıya imza atmıştı. Uzun yıllar da bu böyle devam etti ama 2009 yılına geldiğimiz de grup üyelerinden JaeJoong, YooChun ve Junsu bağlı oldukları SM Entertainment şirketiyle anlaşmazlığa düştüler. Vakti zamanın da on üç yıllık bir anlaşma imzalayan grup anlaşma maddelerinin adaletsizliğinden ve hak ettikleri paranın verilmemesinden şikayet ederek SME şirketini dava ettiler. SME şirketi de aynı çevikliği gösterip karşı dava açtı, şimdilerde dava halen devam etmekte.  2009 yılından sonra DBSK grubu ikiye ayrıldı; JaeJoong, YooChun, Junsu'nun gruptan ayrılarak yeni kurdukları JYJ ve geriye kalan YuhHo, ChangMin'in oluşturdukları HoMin grubu...



DBSK grubunu önceden de dinlerdim ama şimdi onlara bakış açım çok daha farklı. Öncelikle JYJ grubunu hem taktir ettim hemde yaptıklarını ayakta alkışlayarak izledim;) Neden mi? JYJ'nin gruptan ayrılıp şirkete dava açmaları (ilk değil belki ama) en çok ses getiren ve en sancılı başkaldırış oldu. Kolay mıdır Kore'nin güçlü temel taşlarından biri olan SME şirketine kafa tutmak! Peki bu şirket neler yapabilir? Size şu kadarını söyleyeyim, grup dağılalı iki sene oldu ve bu iki sene içinde kendilerinden ayrılan JYJ grubunu müzik sektörünün içine adım attırmadılar. Şarkı kliplerinin televizyondan yayınlamasını, grubun albüm tanıtımı yapmalarını, televizyon programlarına ve eğlence programlarını çıkmalarını yasakladılar. Şirketin korkusundan da nerdeyse bütün kanal yapımcıları bu yasağa harfiyen uydu. Ama JYJ bütün bunlardan yılmayıp ellerinden geleni yaptı. Grup üyeleri yeni çıkardıkları albüm için şarkı yazdı ve bestelediler. Programlardaki bütün yasaklara rağmen olabildiğince kendi reklamlarını yaptılar. SME şirketinin borusu daha çok müzik sektöründe öttüğü için grup üyeleri de kendilerini dizi sektöründe tanıtmaya başladı.

***



İlk olarak YooChun SungKyunKwan Scandal dizisin de oynadı, daha sonra da Miss Ripley dizisinde boy gösterdi. (Birileri şu çocuğa kısa saçın kendisine daha çok yakıştığını söyleyebilir mi;))

***

Junsu ise Scent of a Woman adlı diziye konuk oyuncu olarak geldi ve dizinin belli bölümlerinde çalan You are so beautiful adlı şarkıyı seslendirdi..

***

Jaejoong da son günlerin en harika dizisi olan Protect the Boss isimli dizide, kendinden beklenenin de üstünde bir oyunculuk sergileyerek dikkatleri üstüne topladı.

***

Aslında JYJ grubunun reklam yapmasına gerek yok çünkü grubun ilk korece albümleri olan In Heaven hayranlardan o kadar çok talep almış ki müzik sitelerinin çökmesine neden olmuş (bu haberi jyjturkey adlı siteden okumuştum;))

Elimizde iki ayrı grup oldu ama ben daha çok JYJ'nin üstünde duruyorum farkındayım ama elimde değil. YuhHo ve ChangMin'e saygı duyuyorum sonuçta bu onların hayatı, ne yapıp yapmadıklarını sorgulamak bana düşmez. JYJ'yi ise canı gönülden destekliyorum yaptıları hiçte küçümsenecek bişey değil, haklarını sonuna kadar savunuyorlar helal olsun;) Ha grubun dağıldığına üzülmüyor muyum? Tabiki üzüldüm eskisi gibi yine beşinin de bir arada olmasını isterdim, onların iyiliği için. Çünkü her ne kadar parçalansalar da birbirlerini özlediklerini yazıp duruyorlar sanal alemden (canlarım benim ya;() Ama şu da bir gerçek ki DBSK olarak grubun Mirotik adlı şarkıları dile pelesenkti onun haricinde çok göze batan bişey yok gibiydi. Ama grup ayrılıp da üç harika ses biraraya gelince ortaya dinlemeye doymadığım şarkılar çıkmaya başladı. JYJ'nin albümü çıkar çıkmaz şarkıları en çok dinlenen şarkılar listesin de ilk sıralara doğru hızla tırmanmaya başladı.


Bu yazıyı uzun zamandır yazmak istiyordum kısmet bugüneymiş;) Grup hakkında daha söylenecek çok şey var aslında ama daha fazla uzatmayayım durum hemen hemen bundan ibaret sonuçta dava devam ediyor şimdi ne desek boş. Belki ilerde dava sonuçlandığın da tekrar bir yazı yazarım. Ama onun öncesinde grubun şu sıralar yeni çıkan albümünü en kısa zamanda paylaşıcam... Herşey JYJ için:D



Sizde bu Allah vergisi ses varken reklama falan ihtiyacınız yok gerçi
ama olsun ben yine de sizi ve şarkılarınızı tanıtmaya devam edicem;)
JYJ Aja Aja Fighting^_^


20.09.2011

Take Off - Uç Uçabildiğince

Biri hayal kurdu diğerleri de peşinden o hayale doğru kanat açtı;
Uç Uçabildiğince!


İstemek başarmanın yarısıdır!  
Geriye kalan yarısı da mücadele etmek...

Evet, filmin ana fikrini bir çırpıda vermiş olduk:) Şimdi sizlere uzun zaman önce izlediğim sempatik bir filmden bahsedicem; Take Off yani Uç Uçabildiğince (국가대표)... Film Güney Kore'nin ilk Kayakla Atlama Takımı'nın nasıl kurulduğunun ve kimlerden oluştuğunun anlatıldığı sıcak bir yapım. Uç Uçabildiğince 1996 yılında ilk kez Kış Olimpiyatları'na katılan Kore Milli Takımı'ndan esinlenerek 2009 yılında çekilmiş, yani konu itibariyle gerçek hayattan alınmış;)

Yazıyı yazmadan önce internete bir göz gezdirdim film hakkında neler yazılmış diye. Ama gariptir hiçbir yerde doğru düzgün yazı yok O_o Halbuki Take Off ekim 2010 yılında Kore Film Günleri adı altında Trabzon da izleyicilerle buluşmuş. Tahmin edildiği kadar sıkıcı olmamamsına rağmen üstünde duran pek olmamış yada gözden kaçmış bilemiyorum artık...

Konusuna gelirsek: Kore, kısa bir süre içinde yapılacak olan Kış Olimpiyatları'na Kayakla Atlama dalında  katılacağını açıklamıştır. Ama sadece açıklamakla kalmış çünkü o yıllarda kayak takımı şurda dursun doğru düzgün kaymaktan anlayan adam yoktur. Hal böyle olunca birbirinden sorunlu beş kafadar farklı sebeplerden bir araya gelirler:
 -Küçükken amerikalı bir aile tarafından evlatlık alınmış ve yıllar sonra koreye annesini bulmaya gelmiş eski bir atlet; Heon-tae Cha (Jung-woo Ha)
 -Eski uyuşturucu bağımlısı şimdilerin serserisi;  Hong Cheol (Dong-wook Kim)
-Başka kimsesi olmadığı için özürlü kardeşine ve büyükannesine bakmakla yükümlü bir adam; Chil-gu (Ji-seok Kim)
-Dünyada abisinden başka kimsesi olmayan özürlü bir çocuk; Bong-gu (Jae-eung Lee)
-Babasının bütün zorluklarına rağmen kendi düşünceleri doğrultusunda hareket eden bir evlat; Jae-bok (Choi Jae-Hwan)
ve milli takımın kaderi bundan sonra bu beşlinin elinde olacaktır;))



Filmin konusu kısaca böyle... Afişi ilk gördüğümde pek sevmemiştim bu filmi hatta bilgisayarım da kayıtlı olmasına rağmen uzun bir süre izlemedim. Can sıkıntısına şöyle bir bakayım dedim ama filmin hepsini izleyip kalktım başından. Sandığım kadar sıkıcı bir film değil onu baştan söyleyeyim. Hatta baya baya sevdim;) O kadar tatlı sahneleri vardı ki! Özellikle de ellerin de adam akıllı malzeme olmamasına rağmen kendi imkanlarını kullanarak (bknz; yukarıda ki resim, sporla araba ne alaka diyorsanız filmi izleyin;))  bir şeyler yapmaya çalışmalarını izlemek büyük keyifti. Hala izlemediyseniz bir şans verin bu filme, dediğim gibi belki içinde aşk-meşk olayı pek yok (olanlarda bir acaipti zaten), aşırı derecede de sürükleyici değil ama kesinlikle izlenmesi gereken çok samimi bir film o kadarını söyleyeyim;)



Neleri sevdim: (Filmi izlemediyseniz bu kısmı atlayın;))

***Bu filmi izlememin birinci nedeni amerika milli takımını dövmektir! Evet yalnış duymadınız, bizim takım (yalnız bizim! şu bendeki sahiplenmeye bak:D) yarışmalar sırasında amerikalı züppelerle kavgaya girişiyor. Sırf bu sahne için bile Take Off'u izlerdim valla. Ah ulan bende olcaktım ki orda bi denede ben çakam, çok özendim yahu:D

***İkinci en büyük neden ise, kore de kayakla atlama yapabilecekleri herhangi bir tesis yok. O yüzden takım lideri kendi yöntemlerini kullanarak farklı ama işe yarar yöntemler kullanması çok güzeldi:D

***O su parkında düşmek pahasına bile olsa bir kerecik bende kaymak istiyorum (zati büyük ihtimalle ilk ve son kayışım olur ahah)

***Filmdeki bütün karakterler sorunluydu resmen, aklı başında bir adam göremedim:) Hele de takım liderinin kızı neydi öyle yaa tam manyak. Durmadan birilerine hasır kilim satıp duruyordu, en matrağı da kendinden hoşlanan çocuğa hasta olduğunu söylemesiydi. Çocuğun sonradan kızın turp gibi olduğunu öğrendiği sahne de koptum ahaaha

***Heon-tae Cha koreye annesini bulmaya gelmişti ama şimdi kocaman bir ailesi oldu^^

***Kayakla Atlama takımı yarışı bitirip ülkeye dönüyorlar, hava alanıda bir kalabalık sormayın gitsin. Ama öğreniyoruz ki aslında arkalarından gelen başka bir milli takım için ordalarmış:( Bu sahnede yıkıldım yaa her ne kadar korelilerin ergen çocuklar gibi saçma sapan destekleme haraketlerini pek sevmesem de, o an orda olsaydım herşeyi yapardım (öhü öhü:(()

***Görsel şölen güzeldi özellikle de yarışmadakiler.

***Bir de filmde geçen bütün bu olayların gerçekten yaşandığını bilmekte ayrı bir güzellik. Dizi falan izlerken aklımızdan hep ''dizi bu gerçek değil'' diye geçiririz ama burdakilerin büyük bir çoğunluu gerçek.

***Ve filmde çalınan şarkılar çok çok sevdim;) Şu şarkının güzelliğine bakar mısınız, tek kelimeyle bayıldım!

Dikkat filmden kesitler içermektedir. Gözlerinizi kapatıp dinleyin:D


Aslında yazıya başlarken sadece konusunu yazıcam o kadar ama birazcık uzattım, o kadar tatlı sahneler var ki izleyip görmeniz lazım. Şimdi bile filmi açıp unuttuğum kısımlara bakayım dedim ama nerdeyse tekrardan izlemiş oldum;) Daha ne diyeyim a canlar klasik romantik-komedi tarzından sıkılmış, kore dizilerinin klişelerinden gına gelmişler için harika bir seçenek sunuyor Take Off. Baya karışık bir yazı oldu ama idare edin artık, sonuçta ana fikir sabit; izleyelim izlettirelim^_^

Not: 1996 yılında kurulan Kayakla Atlama Takımı'nın Olimpiyatlara katılmasının ardından takımın çalışma yapabilmesi için Kore de tesis kurulmuş (ee bi zahmet;))


Hepinize iyi seyirler;)

16.09.2011

Severek İzlediğim Animeler

 Bulaşmadığım bir anime kalmıştı ona da bulaştım başım göğe erdi, şu son yılımda ders çalışmam gerekirken zamanımı  çar çur ettiğim için nasıl mutluyum anlatamam:D Ama ne yapayım zaman içimdeki çocuğu öldürmeyi unutmuş galiba, aksi taktirde ha bire ortaya çıkıp beni animelere yönlendirmezdi herhalde dimi^^
Son birkaç yılda baya anime izledim, içinde burun kıvırdıklarım da oldu, gözümü ayıramadıklarım da… Blog da sevdiğim birkaç animeden kısaca bahsedicem, sizde animelere  eskiden benim yaptığım gibi mesafeli yaklaşıyorsanız en azından bir şans verin derim;) Tamam çok saçma sapan olanları var içinde ama ciddi anlamda üstüne kafa yorulmuş ve ortaya harika çizimler, karakterler, replikler vs vs çıkmış animeler var. 


Şimdi birkaç tanesinden başlayalım:
***

Special A



İlk izlediğim animelerden biri olma özelliğini taşıdığı için (belki de ilktir hatırlamıyorum O_o) Special A’dan başlayalım. Bu animeye sevgili çingum Hikaruivy’nin tavsiyesi üzerine başlamıştım ve beklediğim gibi beni hayal kırıklığına uğratmadı. Hatta beklediğimden çok daha iyi bir animeydi;)

Konusundan bahsedecek olursak, Special A yedi tane seçilmiş öğrencilerden oluşan özel bir sınıfı konu alıyor. Seçilmişten kastımız bu öğrencilerin okul sınavlarda her zaman ilk yediyi oluşturmasındır. Bu animeyi izleyeli çok oldu ama en çok aklımda kalan sınıf birincisi Kei ve sınıf ikincisi Hikari oldu. Seri boyunca eline bir kitap alıp da doğru düzgün okuduğunu pek görmesem de her defasında birinci olan Kei ve elinden kitap düşmemesine rağmen her seferinde ikinci olan zavallı Hikari:D Her karakterin ayrı bir şekerliği vardı ama özellikle de Kei’nin umursamaz görünmesi buna rağmen Hikari’ye takılmadan duramamasını ve birincilikle kafayı bozmuş Hikari’nin dünyadan bi haber olmasını izlemek çok keyifliydi. (en şeker ayrıntı da her defasında Hikari’nin başına düşen ikincilik damgasıydı^^)

Konunun okul yıllarında geçmesi, fantastik animelerden biraz daha uzak olması, kızın alıştığımız salak tiplerden olmaması, bir kıza bir sürü oğlanın aşık olmaması sanırım Special A’yı izlenir kılan özellikleri. Bu anime en çok sevdiklerin arasında üst sıralarda hakkıyla yerini aldı efenim;)

***

  Kaichou Wa Maid-Sama





Yine çok severek izlediğim bir anime, kısaca biz ona Maid Sama diyelim;) Anime konu itibariyle Misaki isimli liseli bir kızın etrafında gelişiyor. Misaki vakti zamanında ailesini terk edip giden babası yüzünden erkeklerden nefret ediyor. Ve bütün hayatını başkanlığını yaptığı lisedeki kızları erkeklerin zulmünden (!) koruyacak geçiriyor. Ultra dominat olan Misaki’nin bu sahnelerini izlemek çok eğlenceliydi doğrusu erkeklerin her dediğine hayır diyor, küçük bir yanlış yapsalar pata küte giriyor:D

Ama asıl konu Misaki’nin yoksul olan ailesine yardım etmek için okuldan sonra çalıştığı Maid Cafe’de hizmetçilik yapmasıdır. Eee Misaki okulda erkeklere mum söktüren, sert, imaj sahibi bir başkandır. Tabi ki böyle bir başkanın kafede hizmetçi olarak çalıştığını okuldakilerin duymaması gerekir (duyulmazsa şaşarım zaten) Bu sırrı ilk olarak okulun üç serserisi öğrenir sonrada aşırıcı derece de mükemmel, zeki ve yakışıklı olan Usui öğrenir. Komedi de bundan sonra başlar;)

 ***

 Vampire Knight
 



Genel de vampir konulu şeyleri izlemeyi severim ama dozunda olursa. Bu da onlardan biri, vampir konusuna biraz farklı bir boyut getirmiş animelerden. Farklılıktan kastım; mesela bu anime de vampirler güneş ışığından rahatsız olmuyor sadece geceyi daha çok seviyorlar, sonracıma vampirlerin kan içmek haricin de daha farklı yetenekleri var...

Konusu ise; küçükken bir vampir tarafından saldırıya uğrayan Yuuki'yi safkan bir vampir olan Kaneme kurtarır ve onu yönetici Cross'a emanet eder. Vampirlerle normal insanların aynı yerde yaşadığı özel bir okulun yöneticisi olan Cross Yuuki'yi ve ailesi vampirler tafarından öldürülen Zero'yu evlat edinir. Cross akademisinde gece vampir öğrenciler gündüz ise insan öğrenciler okumaktadır. Yuuki ve Zero'nun görevi ise bu gece ve gündüz sınıfını birbirinden ayrı tutmaktır. On yıl boyunca herşey aynı düzen gitmeye devam eder ama Yuuki'nin unuttuğu anılarını hatırlaması, Zero'nun sırrı ve Yuuki'ye olan duyguları, Kaneme'nin hiç beklenmedik sırlarının bir bir ortaya çıkması bütün düzeni altüst eder. Bakalım Yuuki kaybolduğu bu dünyada yolunu bulabilecek mi;)

Vampire Knight iki sezondan oluşan bir yapım ve ben ikisini de izledim. Sevdin mi derseniz kötü bir anime değildi ama çok da iyi diyemem, bir kaç ayrıntı dışında sevdim;)

***

Aslında bu yazı da en az beş tane anime tanıtmayı planlamıştım ama çok yoruldum galiba, çünkü kurduğum cümleler her geçen dakika hafiften kaymaya başladı:D O yüzden ben daha fazla saçmalamadan şimdilik bitirelim, başka bir anime yazısın da kaldığımız yerden devam ederiz;) 


Başka bir yazıda görüşmek üzere
kendinize iyi bakın^^



14.09.2011

Protect The Boss - Patronu Koru


Bir patron bu kadar sevimli aynı zamanda zırdeli, çocuk ruhlu, hem eşşek sudan gelinceye kadar dövülesi hemde yanağı sıkılası olursa bir dizide bu kadar harika olur;) 

Evet bu diziyi o kadar çok sevdim ki, son zamanlarda gözüm başka birşey görmez oldu. Oturup her karakter ve sahne hakkında sayfalarca yazı yazmak istiyorum ama merak etmeyin dövülesi bir bloger olmak istemediğim için şimdilik bir sayfayla idare etcem:D Ama bu dizinin tesirinden uzun süre kurtulamayacağım gibi tabi bloğumda öyle;)

Secret Garden dizisinden sonra gözleri açılan koreli senaristler artık bir kore klasiği olan kusursuz erkek, yapışkan kadın yerine bambaşka karakterler çizmeye başladılar. Bunun en güzel örnekleri de Secret Garden ve The Greatest Love her iki dizinin de ne kadar güzel olduğunu düşündüğümüz anda  2011 yılının bombasını patlattılar; Protect The Boss türkçe meali ile Patronu Koru...

Kısaca bir konusuna değinelim; Patronumuz yani Cha Ji Heon koskoca şirketin tek varisidir ama sorun şu ki bu onun hiç umrunda değil. Bi kere çalışmaktan nefret eden biridir, alttarafı bir imza attırmak için bile saatlerce dil döküp yalvarmanız gerekir o derece yani:D  Esas kızımız No Eun Sul, bizim başbelası patronun yanına sekreter olarak işe alınır. İşte diziyi sevmeniz için bir neden daha yine klişelerden uzak bir karakter. Kızımız lisedeyken çete liderliği falan yapmış, gözü kara, tuttuğunu koparan biri yani. Ama sırf bu özellikleri yüzünden iş bulmakta çok zorlanmış vakti zamanında, neyse ki artık bir işi var ama bizim problemli patronumuza ne kadar dayanabilecek izleyip görelim;) Bir de patronumuzun tam tersi karakterinde olan kuzeni Cha Moo Won var. Ji Heon'un aksine şirketi çekip çeviriyor, tam bir iş kolik. Ama dikkat nokta kusursuz bir imajı olan Moo Won'un bazen kuzeninin aklına uyup yoldan çıkması:D Bu sahneler tam kopmalık ahah... Son olarak yine başka bir şirketin varislerinden olan Ji Heon ve Moo Won dan başka arkadaşı olmayan Seo Na Yoon var. Kızımıza vakti zamanın da her iki oğlumuzda sevdalıymış ama kız akılsızlığı yüzünden cillop gibi oğlanları elinden kaçırmış. Ama merak etmeyin bu kıza gıcık olmak yerine ilk defa bir dizide ikinci kadını bu kadar ok seveceksiniz;) Ve daha neler neler ...

Dizi ağustosta yayınlanmaya başladı ve halen devam ediyor (10. bölüm yayınlandı şu an), Patronu Koru 16 bölüm olarak yayına başladı ama 18 bölüme çıkarılacak diye bir söylenti var. Umarım uzatırlar bu diziyi ne kadar izlesem doyamıyorum;)

İşte böyle diziyi hala izlemeyenler için daha ne söylemem gerekiyor bilmiyorum ama izleyin, izlettirin beee:D

Bundan sonrası izlemeyenler için tehlike arz edebilir;)


Peki ama bu diziyi diğerlerinden farklı kılan ne?

***Öncelikle ele avuca sığmaz patron. Bir karakter bu kadar mı sevimli olur ya^^ Ji Heon bi kere panik atak! Yani normal davranmak elinde değil, düşünsenize büyük bir şirketin varisisiniz ve ilerde de başına geçiceksiniz ama daha kalabalık şurda dursun kendini toplayıp da dört-beş kişinin önünde bile konuşamıyor. Zati babasının zoru olmasa konuşmak istediği de yok;)) Herkes harıl harıl şirketi nasıl daha fazla yükseltebiliriz derdine düşerken bizim ki dosyaların üstüne resim çiziyor, kalem bulamazsa toplantının ortasında uyuyor, o da olmadı sırt çantasını kaptığı gibi tabanları yağlıyor:D Bazen olaya endişeli gözlerle bakmıyor değilim yani bu çocuğun ve şirketin sonunu düşünecek olursak babasına hak vermiyor değilim hani...

***Yine çatlak patronla devam edelim çünkü bu karakterin o kadar çok özelliği varki, yzabildiğimiz kadarını yazalım. Efenim bu diziyi diğerlerinden farklı kılan en bariz özellik; söyler misiniz başka hangi dizide bu kadar kıvır kıvır saçları olan birini gördünüz? (BOF'u geçin bir kere doğallık ayrı şey perma ayrı;)) Diziye daha başlamayıpta posterine bakanlar ilk çocuğun saçlarına takılıyor. Arkadaşım ilk gördüğünde ''Ya bu mu başrol oyuncusu:('' demişti ama şimdi çocuğa bildiğiniz hasta tabi bende;)

***Sonracıma Ji Heon'un mimiklerini atlarsak çok büyük haksızlık etmiş oluruz. Hyun Bin ve Gong Yoo dan sonra mimiklerine hasta olduğum biri daha çıktı;) Bu dizide en büyük övgüyü kuşkusuz Ji Sung (Ji Heon) hakediyor, bu adamı ilk kez izliyorum ama daha ilk diziden gönlümü fethetti, resmen oyunculuğunu konuşturmuş... Dizide delidir ne yapsa yeridir havasında takıldığı için başlarda biraz yadırgaya bilirsiniz ama dakikalar sonra olayların akışına kapılıp giyorsunuz.

*** Şu nokta da Ji Heon'un babasını anmak istiyorum. Ve yine kore dizilerinde bir ilkle devam ediyoruz, yine sorarım size ey millet hangi dizide başrol oyuncusunu şirketin ortasında döven, söven, herkesin içinde ensesine şaplak patlatan bir baba gördünüz? Ha bu arada baba da şirketin başkanı curcunayı siz düşünün artık;) Baba rolündeki karakteride çok sevdim ya, adam devamlı oğluna söylenip duruyor ama kendide bilgisayarda oyun oynamaktan geri kalmıyor:D

*** Asıl kızımız yani No Eun Sul, bu karakterde klasik kore dizilerindeki salya sümük ağlayan, mızmız, yapışkan, becereksiz, salak kızlardan değil. Gayet aklı başında elim ekmek tutsun başka bişey istemem modunda biri. Bu kızda tek takıldığım nokta yemek yeme şekli! Yine o korelilerin kıtlıktan çıkmış gibi yemek yemeleri bu kıza da bulaşmış O_o
*** No Eun Sul'un eteklerinden bahsetmeden edemicem tek kelimeyle bayıldım! Bende istiyorum ya:) Şu yazının başına eklediğim resimdeki etğinden bahsediyorum. Arkası uzun önü sanki makası alıp kesmişsin havası veren etek, evet o:D 

***Cha Moo Won karakteriyle Jae Joong'u ayrı bir kutlamak lazım. Jae Joong'u cidden çok severim ama şarkı söylediğinde:D Bu zaman kadar izlediğim iki filmde de tabiri caizse robot gibiydi ve mimikten eser yoktu. Bu dizide de oynayacağını öğrendiğim anda üzerimde kara bulutlar dolanmaya başlamıştı ama şükür ki beklediğim gibi olmadı. Hatta Jae Joong dan hiç beklemediğim kadar iyi bir oyunculuk çıkardı ortaya, helal olsun ne diyeyim;)

***Ve bir ilk daha başta da dediğim gibi ilk defa bir dizide ikind kadını sevip bağrınıza basıcaksınız. Seo Na Yoon'u nasıl anlatmalı bilemiyorum bambaşka bir karakter, öyle klasik dizilerdeki gibi cadılık falan yapmıyor hatta annesinin cadılıklarını düzeltmeye çalışıyor. Ayrıca sevdiği adamı (yada adamları) elde etmek için arkalarından entrikalar çevirmiyor direk yüzlerine gidip söylüyor. Ne bilim pek bi sevdim bu karakteri de;)

*** Sonracıma bir de büyükanne var ahahah. Yüzü aklıma gelince bile gülüyorum ya:D Bunlar üç nesil sülale büyükanne, baba ve oğul ama al birini vur ötekine. Hepside birbirinin kopyası, büyükanne de yeri geldiğinde dayak atıyor, rol yapıyor, gelinini atıp oğlunu tutuyor... Az üç kağıtçı değil yani;) Ama dünya tatlısı bişi...

***Bir başka ayrıntıysa No Eun Sul'un şirketteki iş arkadaşlarıyla olan durumları. Yine klasik dizilere dönecek olursak masum kızımız yeni başladığı işini en iyi şekilde yapmaya çalışır ama iş yerindekiler buna rahat vermez, eziyet ederler. Bizde bu duruma çok üzülür vahlar huhlarız... Ama bu dizide böyle bir şeyin olması söz konusu değil çünkü Eun Sul daha ilk günlerden kendine büyüklük taslayan kızların saçından tutup önünde diz çöktürüyor ahahah:D El mi yaman bey mi yaman hesabi...



Bu yazı böyle uzar gider daha bahsetmediğim bir sürü ayrıntı var çünkü ama abartmayalım başka bir yazıda kaldığımız yerden devam ederiz;) Onun öncesinde diziyle ilgili Lee, Kore Aşığı ve kimbapsushi 'nin yazılarına yönlendireyim hemen sizi... Hala diziyi izlemekte tereddüt edenleri esefle kınıyoruz efenim:D


Başka bir Protect The Boss yazısında görüşünceye dek 
sağlıcakla kalın;)

Yetenek Avcısı - Part 1

Bu yazının başlığını koyarken ne düşündüm bende bilmiyorum ve işin kötüsü de aklıma başka bişi gelmiyor, neyse idare edicez artık dimi;)

Küçüklüğümüzde ''Büyüyünce ne olcan çocuğum sen?'' gibi sonu bir türlü gelmek bilmeyen sorulara ''Doktor, polis, öğretmen...'' gibi  her Türk evladının yüzde doksanının verdiği soruları hiçbir zaman vermedim (Bu meslekleri olmayacağım yada olamayacağım baştan belliymiş ahah). Daha o yaşlarda nerden gördüm, nerden duydum hatırlamıyorum ama genellikle ailemin daha isimlerini duyunca hayır diyeceği ve ''Kıytırık'' diye adlandırılan kıyıda köşede kalmış meslekleri bulup çıkarırdım:D İlk arleologlukla başladım işe galiba annemin ilk tepkisi ''Hayır olmaz! Ben kızımı Mısırlara gitsin de ölmüş insanları mezarlarında zahatsız etsin diye büyütmedim'' olmuştu. Halbuki tek amacım güzelim ülkemizin herhangi bir köşesinde araştırma yaparak tarihi eser kalıntılarını bulmaktı ama gelde bunu anneme anlat:D
Sonrasında ressamlıkla kafayı bozmuştum hala da içimde uktedir orası ayrı... Bilen bilir İzmir de sokak ressamcıları pek bir ünlüdür, mübarekler çok lazımmış gibi her semtte var. Eee annemin onları sokakta resim çizerken görmesiyle benim hiç başlamadan biten sanatsal faaliyetlerimi tahmin etmişsinizdir heralde:D  Gerçi bırakmadım hala karakalem çizmeye devam ediyorum ama devamlı üstüne düşmediğin sürece el yeteneğin köreliyor malesef.

Bu yüzdendir ki bazen Youtube da keşfe çıkarım farklı ve güzel yetenekleri izlemeyi severim. Eee baktım elimde bir sürü video birikti bunu bloğa aktarayım dedim. Bundan sonra belli aralıklarla farklı yetenekleri blokta yayınlıcam;) İşte ben ve yine çevremdekilerin ''Cık cık elindeki spreyle arabanın kaportalarını boyayacağına ziyan ediyor'' dediği bir yetenekle karşındayım efenim:D Umarım sizde benim kadar seversiniz bu hünerli elleri...


Vee başlıyorum;



Bu yukarıda gördüğünüz resimlerdeki renkler harika dimi! İlk gördüğüm de ''Helal olsun adama boyaları güzel yedirmiş'' demiştim ama işin aslı öyle değilmiş. Efenim bu yukarda gördüğünüz resimler sprey boya ile yapıldı. Hani şu elimize aldığımızda küçük bir şekil yapıcam diye bütün duvarı duvarlıktan çıkardığımız boya, evet işte o :)) İnsan aklının sınırı yok, eldeki kıt malzemeyle bile her an herşey yapılabilir. Burda da abi ablalarımız boya bulamamışlar spreyle resim çizmişler. Ben çok beğendim, ciddi anlamda zor bişey aslında yaptıları.. Tam resmi mahvetti dediğiniz anda adam tek bir el darbesiyle resme bambaşka bir boyut kazandırıyor...
Neyse daha fazla uzatmayayım, izleyip görün bakalım sizde benim kadar beğenecek misiniz;))






 

Bu da daha önce yapılmış resimlerden toplama bir video



... Başka bir yazıda görüşmek üzere sağlıcakla kalın...
^_^

11.09.2011

Secret - Karmaşık bir sır

İşte tekrardan başlıyoruz, bu aralar ne kadar çok başa sarar oldum! Neyse...


Sizlere uzun zaman önce şans eseri izlediğim Secret isimli filmden bahsedicem. Secret yani Sır Hong Kong-Tayvan ortak yapımı 101 dakikalık bir film. Tür itibariyle dram, fantastik, müzikal, romantik yani her bişeyden azcık var içinde ama bana sorarsanız fantastik ve müzikal tarafı ağır basmış;) Güzel de olmuş hani...

Yazı yazmaya başlarken işin en zor kısmı ilk paragraftır, başını yazdım mı gerisi gelir. En azından benim için öyledir yeter ki başlayayım bıraksalar beni kendi halime destan bile yazarım. Ama bu film herşeyi altüst ediyor azizim... Adı gibi herşeyi sır, sanki film hakkında küçük bir ipucu versem herşey çorap söküğü gibi çözülecek. O yüzden olabildiğince üstün körü yazmaya çalışıcam;)

Konusuna kısaca değinelim; Jay piyanoda çok yetenekli bir öğrencidir. Babasının öğretmenlik yaptığı okula kaydolur. Jay okulu gezerken müzik odasından gelen piyano sesini duyar ve o tarafa doğru yönelir. Odaya girdiğinde ise piyanoyu çalan kişinin Rain, çaldığı şarkının ismininse sır olduğunu öğrenir. İşte bu noktadan sonra Jay için hiç birşey eskisi gibi olmayacaktır. Tabi Rain içinde bambaşka bir yolculuk başlar...

Filmin ortalarına kadar masum bir aşk macerasına tanık olacaksınız. Ve yüzde yüz garanti ediyorum ki filmdeki müziklere bayılacaksınız! Biraz farklı bir konuya sahip olduğu için herkese hitap etmeyebilir ama kesinlikle çok orjinal bir film. Farkındayım çok üstün körü oldu ama bu filmi yazıya dökmek zor zanaat kardeşim:D İzleyip sırrı oyuncularla birlikte çözmelisiniz yoksa hiçbir önemi kalmaz;)


Bundan sonrası yasak bölge izlemediyseniz kafanız karışabilir uyarmadı demeyin!



Gözüme takılanlar:

Şimdi filmi izlerken gözüme takılan bir  iki nokta vardı hatırladığım kadarıyla yazayım...



***İlk gözüme takılan  Jay Chou oldu. Sen ne yetenekli bir şeysin ya! Vallahi maşallah;) Adam bu film de  hem yönetmen, hem senarist, hem başrol oyuncusu hem de şarkıları hazırlayan kişi.
Erinmedim biraz araştırma yaptım adam hakkında bilgiler ne kadar doğrudur bilemiyorum ama yinede vereyim; Jay Chou, Lady Gaga ve Michael Jackson'un ardından dünyanın üçüncü en çok müziği indirilen sanatçısıymış. Ayrıca Tayvan'ında en zengin sanatçısıymış  (bu şartlarda normal;))

***Böyle fantastik filmler de kesin birkaç tane mantık hatası bulurum. Ya ben çok zekiyim yada bunlar kör ahah (evet bencede birinci şık:D) 

İlk hata oğlan piyanoda düello yaptığı sırada ikinci kız yani Sky dönüp ''Çok tatlı dimi'' gibi bişeyler söylüyordu. Sonunda bütün sahneleri tek tek açıkladılar ama burayı havada bıraktılar.

Sonracıma sıranın üzerine yazı yazma mevzusu var. Madem sen geçmişten yazdın o yazıyı nasıl sihirli gibi bir anda belirmeye başlark ki? Yani söylemek istediğim geçmişte yazıldıysa bütün o zaman boyunca sıranın üzerinde yazılı kalması gerekmez miydi O_o

***Lisedeyken en berbat okul eteği bizimki diye düşünürdüm vazgeçtim bunların ki çok daha kötü:D

***Bu filmi sırf o piyanoları dinlemek için bile izlerdim. Tek kelimeyse muhteşem özellikle de düello sahnesi ve kızla birlikte dört elle piyano çaldıkları sahne çok güzeldi;) Hele de oyuncuların gerçekten piyanist olmaları sahneleri daha da izlenesi yapmış.

***Final itibariyle de farklı bir filmdi sonunun bu şekilde olucanı az buçuk tahmin ediyosun ama görsel şovla müzik bir araya gelince şahane bişey oldu. Filmin en sonu için yorum yapmıcam belki çoğu kişiyi tatmin etmiştir ama beni değil...


 Filmi izlerken birçok şey gözüme takılmıştı ama bu kadarı aklımda kalmış. Sonuç olarak çok çok güzel bir film değil ama kesinlikle izlenmesi gereken bir filmdi;) Hala izlemediyseniz izlemeye başlayın derim, benim gibi müzik aletleriyle hiçbir alakası olayan insancığın bile piyanist(tamma canım doğru düzgün flüt çalsamda olur) olası geldi valla daha nolsun:D

Tekrar görüşmek üzere sağlıcakla kalın...

8.09.2011

Herşeye rağmen...

Herşeye rağmen yine yeniden ben geldim!


Aklımda o kadar çok şey var ki şu an, duygularımı nasıl yazıya dökücemi bilemiyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki aşırı derece bağımlı olduğum bloğumun şak diye kapatılmasından sonra blog açmamaya karar vermiştim. Ama yazı yazmaya ve uzakdoğuya olan ilgim bir yana çingularımdan (blog arkadaşlarım) ayrı kalamaya gönlüm razı olmadı. Özellikle de aralarında şakalaşıp durduklarını gördükçe ulan ben nasıl olurda aralarına girip bunları deli edemiyorum diye resmen kudurdum ahahha:D Şaka bir yana son günlerde bloglarda dolaşan  Blogger N’lerini seçiyor mimini okudukça gözlerim doldu. Ne kadar çok alışmışım size ya...

İşte şu dakikaya kadar blog açmıcam diye ayak diretiyordum ama dayanamayıp yine geldim. Ha bu arada bloğumuzun ismi Kore Delisi beni tanımayanlara yada birkaç haftada adımı unutanlara hatırlatayım dedim :D Blog adresim zaruri nedenlerden dolayı mutasyona uğrasa da özümüz aynı efenim. Önceden  http://koredelisi.wordpress.com/ du adresim şimdi http://kore-delisi.blogspot.com/ oldu, ismimi değiştirecektim ama eski takipçilerim olurda ararlar beni diye değiştirmedim (kendime uygun isim bulamadığımdan değil yani:D)



Şimdi gelelim sadede işi böyle gırgıra vurduğuma bakmayın aslında aşırı derecede sinirli ve kızgınım! Kulaklarını hergün büyüüük bir saygıyla çınlattığım wordpress yetkilileri benim canım http://koredelisi.wordpress.com/ adlı bloğumu kapattılar. Ve hala neden kapatıldığına dair doğru düzgün bir açıklamada yapılmadı. Neye üzüleceğimi şaşırdım doğrusu; bir yıllık emeğime mi yanayım, yazılarımın gittiğine mi, nedensiz yere biranda bloğumun kapatılmasına mı, arkadaşımın benim için yaptığı resimlerin gitmesine mi, canciğer olduğum takipçilerimin artık beni bulmalarının zorlaşmasına mı... Hangisine?

Bilenbilir beni yazı yazmayı çok severim, helede canım sıkıldıysa ilaç gibi gelir bana. Yazı yazmayı o kadar çok benimsedim ki bu yüzden eski (bir kelime insanı bu kadar mı üzer ya;( eski..) bloğumda nerdeyse günde bir iki yazı birden yazdığım oluyordu. Ama sağolsun wordpress bütün şevkimi yerle bir etti. Bloğu açmalarını falan da beklemiyorum aslında, hatta mümkünse açmasınlar bana iyilik etmiş olurlar ama en azından yazılarımı yani bir yıllık emeğimi geri verselerdi keşke. En azından haber verselerdi de bende bu kadar şok olmasaydım!

Yazdıklarıma dönüp bakmıcam çünkü biliyorum ki okursam çoğunu silicem. Benim gibi her daim gülümseyen birine bile böyle kötümser bir yazı yazdırıyorlarya helal olsun ne diyim... Ha aklıma gelmişken hikaye bloğu olarak açtığım http://aaskinmelodisii.wordpress.com/ adlı bloğumda kapandı:D Evet farkındayım wordpress'in benle alıp veremediği var! Sırf meraktan bu bloğu açtım acaba burayıda kapatabilecekler mi:D Aslında bakarsanız artık umrumda da değil...

Bundan sonra eskisi gibi aktif olmıcam en azından kendime gelene kadar ama arada gelip yine güncellemeler yapıcam. Bu yazıyıda hayalet misali bir anda ortadan kaybolmadığımı söylemek için yazdım... Demiştim benden kurtulmak kolay değildir;) Tekrar görüşmek üzere...

Beni tanıyanlar ve yeni tanıyacak olan herkese
kucak dolusu merhabaaaa
^_^

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...